İyi ki yaşımdan erken büyümüşüm…
Sosyal medyada zaman zaman herkesin dönüp dönüp paylaştığı bir yazı var birkaç yıldır. Yatılı okullara giden çocukların nasıl zamansız olgunlaştığını, yaşlarından erken büyüdüğünü anlatır. Etkileyicidir de. Çocukların evlerini, ailelerini nasıl özlediğini, ev yemeklerinin burunlarında nasıl tüttüğünü, ama aynı zamanda evlerine nasıl yabancılaştıklarını, arkadaşlarıyla ilişkilerinin rekabet ve dostluk arasında zamanla nasıl dengelendiğini çok da başarılı şekilde betimler. Ne var ki, hayatta yalnız siyah ya da beyaz alanlar yoktur kuşkusuz. Gri alanlar da vardır. Yatılı okullar ve bu okullarda okuyan çocuklar açısından bakıldığında ise bu gerçeklik, bu okulların tüm hüzünlü gurbet atmosferine rağmen, çocuklar için bazen o kadar da kötü olmayıp, hatta gerekli bile olabileceği anlamına gelebilir.
Ebeveynliğin çocuklarını korumak olarak algılandığı Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasında, çocuklar özellikle de engelli doğmuşlarsa, onlara zarar verecek kadar pamuklara sarılıp korunurlar. Çalkantılı ama umutlarla ve hayallerle bezenen hamilelik sürecinden sonra tüm tahlil ve tetkiklerden kaçan bir engelle, mesela kör doğan bir çocuğu kucağına alan aile, önce şok yaşar. “neden biz” diye sorar. Aynı şey çocuk sonradan engelli olduğunda da yaşanır elbette. Sonra bu gerçeği kabullenen aile, çocuğuna sahip çıkmaya karar verirse, onu mutlak bir teslimiyetle ve tüm imkânlarını zorlayarak sağlam bir muhafaza içine alır. Öz bakım becerilerini öğretmez ona hiçbir ebeveyn ya da akraba. Çünkü çocuk zaten öğrenemez ya da uygulayamaz bu becerileri onlara göre. Yemeğini biri yedirir, üstünü biri giydirir, biri yürümesini engelleyerek onu kucağında taşır, diğeri onu okuluna, hatta işine götürür. Toplum o ebeveynlerin ne kadar fedakâr ve cefakâr olduğunu sürekli olarak tekrarlarken, zavallı çocuk ebeveynlerinin gizli kibri ve toplumun acıması arasında bir yerlerde, potansiyelini ya kısmen ya da tamamen açığa çıkaramadan büyür. Bu durum, onun kendini yetersiz hissetmesine, kendine ve çevresine karşı öfke beslemesine, zaman zaman da çevresindekileri kullanarak her işini yaptırmasına sebep olur. Engelli çocuk bu nedenle, büyüdüğü zaman da tam bir birey olamaz. İş sahibi olsa da kendisinden bir şey beklenmeden, sadece para alsın diye çalıştırılır. Evlenip çocuk sahibi olsa da hiçbir zaman evine ve evliliğine hâkim olamaz. Çocuğa zarar veren bu koruma kalkanını genellikle eğitim düzeyi yüksek aileler kurar üstelik. Yani eğitimin çocuk yetiştirmeyle hiç ilgisi yoktur. Çocuklarla bütün gün etkileşim kurmayı gerektiren okul öncesi ya da ilkokul öğretmeni olmanın bile. Engelsiz çocukların bile sadece okusunlar ve büyük adam olsunlar diye mutlak şekilde korunduğu, diğer becerilerden yoksun bırakıldığı bir coğrafyada engelli çocuk olmanın açmazını varın siz düşünün. Özellikle devletin sosyal hizmet organları engelli çocuğu olan aileyle işbirliği içinde çalışmada, onlara yol göstermede yetersiz kalıyorsa, onların aileleriyle birlikte yaşamaları amacıyla gereken altyapıyı kuramıyorsa, başka bir alternatif düşünülmeli değil midir?
Evet hüzünlüdür, zaman zaman acımasızdır yatılı okullar, ama sorumluluğu öğretir insana. Sabah yatağını kendin düzeltirsin. Çarşaflarını kendin değiştirirsin. Yemekte önüne çıkan şeyi yersin ya da aç kalırsın. “ay arkandan ağlar!” deyip peşinden koşan, sana yemeğini yemen için türlü şaklabanlıklar yapan şefkatli annen yanında değildir çünkü. Kıyafetlerinin yıkanıp ütülenmesinin, kişisel temizliğinin sorumluluğu hep sendedir. Arkadaşlarınla, öğretmenlerinle ve okuldaki personelle kurduğun ilişkilerin de. Biriyle bir çatışma yaşadığında annen ya da baban hemen yetişip bu durumu senin için çözümleyemeyebilir. Akşamları seninle çalışma masanın yanında oturup ödevini yaptıracak bir annen baban da olmaz. Ödevlerini de kendin yapmak, düzenlemek zorundasın. Yapmadığında bunun yaptırımına katlanmak da senin sorumluluğun elbette. Daha böyle pek çok örnek verebilirim ama yalnızca bunlar bile ne demek istediğimi anlatmaya yetmiş olmalı.
Ben kocaman olup da ev için bir yemek yapmaktan, sofraya bir tabak koyup bir tabak almaktan imtina eden, evdeki tamir ya da temizlik işlerine bulaşmayı mutlak surette reddeden, hatta aslında bunu beceremeyen, bir fatura ödemekten ya da alışveriş yapmaktan aciz olan, işsiz güçsüz yatan ya da kendi başına kendi kendine yetemeyen yetişkin engelsiz çocukların da çocukluklarında bir kez olsun bu yatılı okul travmasına maruz kalmalarını dilerdim. Çocuğu ebeveynlerinden ayırmayacağız diye beceriksiz ellerde, hele de konfor ve lüks kaplı beceriksiz ellerde harcamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü çocuk dünyaya ebeveyn tarafından getirilmekle birlikte, aslında ulusun bir ferdidir ve hem kendi çevresine hem de ülkesine faydalı olması ilkesi doğrultusunda yetiştirilmelidir. Bunu ebeveyn yapamıyorsa devlet yapmalıdır. Çevremizde bu kadar mızmız, yumuşacık ve güçsüz eliyle bilgisayar kullanmaktan başka hiçbir şey yapamayan, sosyal yetenekleri gitgide zayıflayan gencin olması, bana kalırsa, “biz çektik onlar çekmesin” mantığıyla hareket eden ve çocuklarını ölünceye kadar sırtında taşıyan beceriksiz ebeveynler ile çocukların gelişimini takip etmeyen devletin suçudur. Devlet evden atılmış, bakımsız bırakılmış çocuklarla biraz olsun ilgilenir ama her nedense lüks malikanelerde ya da konforlu apartman dairelerinde pamuklara sarılarak büyüyen çocuklarla, o çocuklara bu şeker kaplı kötülüğü yapan helikopter anne babalarla hiç ilgilenmez.
7 yaşında yatılı okula başlayan ama ailesinden de tam olarak kopmamış bir engelli birey olarak ben, yatılı okulun kendim açısından bir şans olduğunu düşünüyorum açıkçası. Yoksa ev hanımı annenin Sümerbank çalışanı bir babamın, ola ki onlar öldükten sonra da artık kim bilir kimin, yumuşacık ama bencil himayeleri arasında, kesinlikle şimdiki Bayram olamazdım. Tuvaleti kullanmayı, üstünü giymeyi, yemek yemeyi bilmeyen bir çocuk düşünün. Bunları hep yatılı okulda öğreniyor. Böyle mi olmalıydı? Elbette hayır! Ama ebeveynin yapamadığı, yapmadığı bir şeyi yatılı okuldakilerin yapmış olmasından memnunum doğrusu. Anne kucağı, baba ocağı, sıcak ev, nefis yemekler… Bunlar hep romantik söylemler bence. Ya da şöyle yumuşatayım. Belli bir yaşa kadar çocuğun bunlara elbette ihtiyacı var, ama biz bu işi cıvıtıyoruz toplum olarak. Hüzünlü yatılı okullar istemiyorsak, güçlü çocuklar yetiştiren ebeveynlere ihtiyacımız var, o kadar.
GÜNDEM
08 Şubat 2025YEREL
08 Şubat 2025ASAYİŞ
08 Şubat 2025GÜNDEM
08 Şubat 2025SPOR
08 Şubat 2025GÜNDEM
08 Şubat 2025SPOR
08 Şubat 2025