Güneşe Yürümek
“İnsanın iki seçeneği vardır; Ya bütün gün karanlığa küfür edersiniz, ya da güneşe yürürsünüz”. demiş Ahmet Şerif İzgören . Çocukken arkadaşlarım beni incitmek için olmasa da, çocukluklarının tüm saflığıyla sorarlardı bana: “Şimdi sen dünyayı simsiyah mı görüyorsun?” Bu soruya hiçbir zaman cevap veremezdim, çünkü aydınlık kavramını bilmiyordum. Dolayısıyla aydınlığın zıddı olan siyahı, karanlığı, yani içinde bulunduğum durumu da bilmiyordum.
Yıllar geçti, büyüdüm, çevremdeki büyükler bile bazen bakıp ah vah ediyorlar bizim dünyamızın kapkaranlık olduğuna, ve bazen de teselli etmeye çalışıyorlar akıllarınca “Dünyadaki çirkin şeyleri iyi ki görmüyorsunuz. Sizin yerinizde olmayı ne kadar isterdim!” diye. Çocukken bana sorulan sorular, çevremde bazı karamsar insanların bana baktıkça zaman zaman hissettiği acıma, benim kapkaranlık bir dünya içerisinde yaşadığım hissiyatı ve teselli etme ihtiyacı, büyüdüğümde de karşıma çıkıyor zaman zaman.
Ama artık bir fark var. Ben bu naif sorulara, bu derinliksiz acımalara, bu anlamsız tesellilere daha net ve açık yanıtlar verebiliyorum. Ve bunun sırrı, yukarıda geçen güneşe yürümek ifadesinde saklı. İnsanlar kapkaranlık bir dünya içerisinde yaşamakta olduğum sanısıyla karanlığa küfretmemi deli gibi arzuluyor, böylelikle kendilerini benim karşımda güçlü ve üstün kılma ihtiyacını tatmin etmeye çalışıyor. Halbuki bilmiyorlar. Ben, yani bizler, onların gözlerinin onlara oynadığı korkutucu ve aldatıcı oyunlardan muaf yaşıyoruz aslında. Göz yanılmalarıyla hedefimizi şaşırmıyor, bir noktaya odaklanabiliyoruz. Güneşin uzaktan görünen ışık patlamalarından korkmadan ilerliyoruz güneşe. Işığa bakmakla yetinmiyoruz. Bizzat ışığın kendisi olabiliyoruz.
Onlar asansörün ekranında yukarı okunu gördüklerinde, asansör aşağı bile inse anlamıyor bunu. Gördüğüne inanıyor çünkü ve bir farkındalık geliştirme ihtiyacını bile duymuyor. Karşısındakinin yüzeysel surat ifadesinden ne hissettiğini anlamaya çalışıyor, ama yine göz yanılgılarının kurbanı oluveriyor. Bizse, ses tonundan, elimizi tuttuğu zamanki vücut sıcaklığından, nefes alış aralıklarından hemen ve en doğru şekilde anlayabiliyoruz bir insanın ruh halini, bizi sevip sevmediğini, yalan mı, doğru mu söylediğini vb. “Burada bir eczane var!” dediğimizde şaşırıyorlar. Sonra eczaneyi gördüklerinde, “Biz bile görmedik, sen nerden anladın?” gibi aptalca sorular sorup bize kendilerini güldürtüyorlar. Halbuki bir eczanenin, bir fırının, bir anahtarcının, bir müzik âleti dükkanının kendine has kokusunu, seslerini, atmosferini hissedemeden, sadece gördükleriyle yetinerek yaşıyorlar.
Çiçeklerin yumuşaklığını, güneşin kucaklayıcı sıcaklığını, kuşların kanat çırparlarken kanatlarına dolan havanın sesini, yediği salatadaki havucun canlı ve direngen dokusunu… benim gözlerim görmüyor diye bana acıyan kaç kişi hissedebiliyor? Yürüdüğü caddeyle, yaşadığı şehirle en ufak ayrıntısına, kaldırım taşının oyuğuna, ağacının kovuğuna kadar gözü gören kaç kişi özdeşleşiyor? Elbette herkes karanlıkta yaşıyor da sadece ben aydınlıktayım deme ukalâlığını göstermeyeceğim. Elbette “İyi ki körüm” saçmalığına girişmeyeceğim ama bana karanlıkta yaşadığım sanısıyla acıyanlardan, güneşe yürümek hususunda en azından benim kadar cesaretli olmalarını isteyeceğim.
Herhalde hakkım var buna…
GÜNDEM
17 Ocak 2025YEREL
17 Ocak 2025ASAYİŞ
17 Ocak 2025GÜNDEM
17 Ocak 2025SPOR
17 Ocak 2025GÜNDEM
17 Ocak 2025SPOR
17 Ocak 2025